ÖZET
Amaç:
Migren fizyopatolojisinde enflamasyonun rol oynadığı sık görülen nörolojik bir hastalıktır. Sistemik immün-enflamatuvar indeks (SII) (trombosit x nötrofil/lenfosit) enflamatuvar yanıtı gösteren ve pek çok hastalık için takipte ve prognozu değerlendirmede önemli bir parametredir. Çalışmamızın amacı, migren hastalarının hematolojik parametrelerinin sağlıklı kontrollerle kıyaslanması ve SII’nin migren kliniği ile ve beyin manyetik rezonans görüntülemedeki (MRG) migren-ilişkili hiperintens lezyonlarla arasındaki bağlantıyı saptamaktır.
Gereç ve Yöntem:
Çalışmaya, 48 aylık süreçte nöroloji polikliniğine başvuran ve migren tanısıyla izlenen 18 yaş üzeri hastalar alındı. Çalışmaya kontrol grubu olarak sağlıklı bireyler dahil edildi. Çalışmadaki tüm hastaların yaş, cinsiyet, migren tanısının süresi, migren atak sıklığı, aura varlığı, sigara içiciliği, aile hikayesi, sistemik hastalık varlığı, görsel analog skala ve migrene bağlı dizabilite ölçeği skorları, beyin MRG’de migren-ilişkili hiperintens lezyonların varlığı kaydedildi. Kontrol grubu ve migren hastalarının hemoglobin (Hb), eritrosit dağılım hacmi (RDW), nötrofil, lenfosit, trombosit ve SII değerlerine bakılarak birbirleriyle karşılaştırıldı.
Bulgular:
Hb, lenfosit, trombosit ve RDW düzeyleri migrenli hastalarda (n=150), kontrol grubuna göre (n=178) anlamlı oranda yüksekti (sırasıyla p=0,03, p=0,05, p=0,002, p=0,000). Migren tanılı kadın hastalarda erkeklere kıyasla SII anlamlı olarak daha yüksek saptandı (p=0,01). MRG’de hiperintens lezyonu olan hastalarda, olmayanlara göre RDW değeri anlamlı düzeyde daha yüksek tespit edildi (p=0,001).
Sonuç:
Çalışmamızda migrenli hastalarda RDW’nin MRG’deki migren-ilişkili hiperintens lezyon varlığı açısından bir belirteç olabileceği düşünülmektedir. Ancak SII’nin migrende cinsiyetler arası farklılığı olsa da, hastalık için şimdilik öngörüye katkıda bulunacak bir parametre olmadığı gözlenmiştir.
GİRİŞ
Baş ağrısı toplumda sık görülen, hemen herkesin en az bir kez yaşadığı ve nöroloji polikliniğine en sık başvuru nedeni olan bir yakınmadır. Migren, birincil baş ağrıları arasında dünyada en sık görülen üçüncü, 50 yaş altı hem erkeklerde hem de kadınlarda dizabiliteye neden olan üçüncü en yaygın hastalıktır1. Migrenin genel prevalansı %12 olup kadınlarda bu oran %18, erkeklerde ise %6’dır2. Türkiye’de 15-55 yaş grubunda migren görülme sıklığı %16,4; kadınlarda %21,8, erkeklerde ise %10,93’tür3.
Migrenin patofizyolojisi henüz netlik kazanmamış olsa da kortikal yayılan depolarizasyon ile başlayıp periferik ve santral sensitizasyonla sonuçlandığı günümüzde kabul edilmektedir. Trigeminovasküler sistemi uyaran bu depolarizasyon dalgasıyla birlikte çeşitli nöropeptitler salgılanarak damar dilatasyonuna ve plazma proteinlerinin ekstravazasyonu sonucu oluşan steril nörojenik enflamasyona neden olur. Steril nörojenik enflamasyon ağrı evresinden sorumlu mekanizmadır4.
Enflamasyon ve ilgili biyobelirteçlerin birçok hastalıkta kullanımına ilişkin çalışmalar bulunmaktadır. Enflamasyona yanıt olarak nötrofil sayısı arttıkça lenfosit sayısı azalır, dolayısıyla nötrofil/lenfosit oranı bir enflamasyon belirteci olarak kullanılabilir5. Sistemik immün enflamasyon indeksi (SII), nötrofil/lenfosit oranı ve trombosit değeri kullanılarak hesaplanan enflamasyonu ve immün durumu gösteren bir parametredir6. SII’nin hepatoselüler karsinom, küçük hücreli akciğer kanseri, pankreas kanseri ve rahim ağzı kanseri gibi farklı kanser türlerinde ve koroner arter hastalığı ve şiddetli akut solunum sendromu-Koronavirüs-2 gibi birçok hastalığın prognozunda belirteç olarak kullanılabileceği gösterilmiştir6-9.
Migrende nörojenik enflamasyon söz konusu olduğundan nötrofil/lenfosit oranını değerlendirmeye yönelik çalışmalar yapılmıştır10-12. Ayrıca trombosit aktivasyonunun migrenin patofizyolojisinde rol oynayabileceği de gösterilmiştir13. Migren hastalarında nötrofil, lenfosit, monosit ve trombosit değerleri ile birbirlerine oranlarının incelendiği çalışmalar yapılmıştır14,15. Ancak Mayıs 2022 itibarıyla literatürde SII’nin migrenle ilişkisini değerlendiren bir yayın bulunmamaktadır. Bu verileri ilk kez sunan çalışmamız literatüre önemli katkı sağlamaktadır. Bu çalışmayı bir enflamasyon belirteci olduğu ve steril nörojenik enflamasyon migrenin patogenezinde rol oynadığı için SII ile migren arasındaki ilişkiyi anlamak için tasarladık.
Çalışmamızın amacı migren tanısı alan hastalarda hemoglobin (Hb), eritrosit dağılım genişliği (RDW), nötrofil, lenfosit ve trombosit değerlerinin yanı sıra enflamasyonda önemli bir parametre olan SII düzeyinin incelenmesidir. Ayrıca migren hastalarının klinik özellikleri ve manyetik rezonans görüntülemede (MRG) migrenle ilişkili hiperintens lezyonların varlığı ve bunların klinik ve kan parametreleriyle ilişkisi araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
1 Kasım 2018-1 Kasım 2020 tarihleri arasında Eskişehir Şehir Hastanesi Nöroloji Polikliniği’ne başvuran, Uluslararası Baş Ağrısı Bozuklukları Sınıflandırması’na (ICHD) göre migren tanısıyla takip edilen 18 yaş üstü hastalar çalışmaya dahil edildi. İş-okul başvurularına yönlendirilen, migren dahil sistemik hastalık tanısı konmamış 18 yaş üstü bireyler kontrol grubu olarak çalışmaya dahil edildi. Migren tanısı alan hastalarda aura, bulantı, kusma ve foto-fonofobi varlığı kaydedildi. Migren tanısının süresi, ağrı sıklığı, sigara kullanımı, migren açısından aile öyküsü, sistemik bir hastalığın varlığı sorgulandı. Çalışmamızda sistemik hastalıklar olarak sınıflandırılan hastalıklar arasında diyabet, hipertansiyon, astım, kronik obstrüktif akciğer hastalığı ve tiroid hastalıkları yer aldı. Migren ağrısının şiddeti görsel analog skala (VAS) kullanılarak, fonksiyonel kayıp ise Migren Dizabilite Skalası (MIDAS)16,17 kullanılarak hesaplandı.
VAS değerlendirmesinde baş ağrısı hafif (1-3 puan), orta (4-6 puan), şiddetli (7-8 puan) ve çok şiddetli (9-10 puan) olarak gruplandırıldı.
MIDAS, migrenin derecesini değerlendirmek için kullanılan, 7 bölümden oluşan pratik bir ankettir. İlk beş soru işlevselliği değerlendirirken, son iki soruda ağrının sıklığı ve şiddeti puanlanmaktadır. Toplam puan, 0 ile 5 arası derece I, 6 ile 10 arası derece II, 11 ile 20 arası derece III ve 21 ile üzeri derece IV olarak derecelendirilir18.
Hasta ve kontrol gruplarının demografik özellikleri, Hb, RDW, lenfosit, trombosit, nötrofil ve SII değerleri kaydedildi. Bu değerler migren hastalarında alt gruplar arasında ve migren hastaları ile sağlıklı kontroller arasında karşılaştırıldı.
Migren tanısı alan hastalar beyin MRG’sinde periventriküler beyaz madde lokalizasyonu olan, 5 mm’den küçük hiperintens lezyonları olan ve lezyon sayısı 4-12 ile sınırlı olan olgular ve de beyin MRG’sinde lezyonu olmayan hastalar olarak ikiye ayrıldı. MRG’de migrenle ilişkili hiperintens lezyonu olan ve olmayan hastaların klinik özellikleri ve hemogram parametrelerinde farklılık olup olmadığı kontrol edildi.
ICHD’ye1 göre migren dışında baş ağrısı olan ve beyin MRG’sinde iskemik ve/veya vaskülitik lezyonu olan hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Ayrıca aktif enfeksiyon belirtileri olanlar da çalışma dışı bırakıldı.
Bu çalışma için onay, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Girişimsel Olmayan Klinik Çalışmalar Etik Kurulu’ndan alındı (sayı: E-25403353-050.99-122340, tarih: 15.12.2020).
İstatistiksel Analiz
Verilerin tanımlayıcı istatistiklerinde ortalama, standart sapma, medyan, çeyrekler arası fark, oran ve frekans değerleri kullanıldı. Değişkenlerin dağılımı Kolmogorov-Smirnov testi ile belirlendi. Niceliksel verilerin analizinde normal dağılım gösteren gruplarda Bağımsız Örneklem t testi, normal dağılım göstermeyen gruplarda ise Mann-Whitney U testi kullanıldı. Korelasyon analizinde nitel verilerin analizinde ki-kare ve Fisher exact testleri, parametrik olmayan veriler için ise Spearman korelasyon analizi kullanıldı. Analizlerde Statistical Package for the Social Sciences 21.0 programından yararlanıldı. Tüm analizlerde p değerinin <0,05 olması istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
BULGULAR
Çalışmaya 121’i (%80,7) kadın, 29’u (%19,3) erkek olmak üzere toplam 150 migren hastası dahil edildi. Kontrol grubundaki sağlıklı bireylerin 129’u (%72,5) kadın, 49’u (%27,5) erkekti. Migren hastalarının yaş ortalaması 33,25±8,93 yıl, sağlıklı kontrol grubunun yaş ortalaması ise 30,77±9,77 yıldı.
Migren tanısının ortalama süresi 7,58 yıl (0,8-35), ortalama ağrı sıklığı 8,71 (0,08-30) ay ve ortalama VAS skoru 8,37 (3-10) idi (Tablo 1). Aylık ortalama ağrı sıklığı 8,71 (0,08-30), ortalama VAS skoru 8,37 (3-10) olarak belirlendi (Tablo 1). Migren hastalarının %22,7’sinin (34) MIDAS evre I, %24’ünün (36) evre II, %20,7’sinin (31) evre III ve %32,7’sinin (49) evre IV olduğu belirlendi (Tablo 1). Hastaların 84’ünde (%56) aile öyküsü vardı, 58’inin (%38,7) sigara içtiği görüldü. Yirmi sekizinde (%18,7) komorbid sistemik hastalık vardı (9’u hipertansiyon, 6’sı diyabet, 6’sı tiroid bozukluğu, 4’ü kronik obstrüktif akciğer hastalığı ve 3’ü astım) (Tablo 1).
Klinik özelliklerine bakıldığında 136 (%90,7) hastada foto-fonofobi, 69 (%46) hastada aura, 106 (%70,7) hastada bulantı ve 50 (%33,3) hastada kusma saptandı (Tablo 1). Çalışmaya dahil edilen hastaların tamamına beyin MRG çekildi ve 57 (%38) hastada MRG’de hiperintens lezyon saptandı (Tablo 1).
Migren ve kontrol grubunun kan parametreleri karşılaştırıldı. Migren grubunda Hb düzeyi, RDW, trombosit ve lenfosit sayıları kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (sırasıyla p=0,03, p=0,000, p=0,002, p=0,05) (Tablo 2).
Migren grubu cinsiyete göre karşılaştırıldığında kadınlarda trombosit, RDW ve SII değerlerinin erkeklere göre anlamlı olarak yüksek, Hb değerlerinin ise anlamlı olarak düşük olduğu görüldü (Tablo 3).
Kontrol grubu verileri cinsiyete göre karşılaştırıldı. Kadınlarda yaş ve Hb değerleri erkeklere göre belirgin olarak düşük, RDW değerleri ise belirgin olarak yüksekti (sırasıyla p=0,001, p<0,001, p=0,01). Kontrol grubundaki kadın ve erkekler arasında SII değeri anlamlı farklılık göstermedi (Tablo 4).
Klinik ve laboratuvar verilerinin birbiriyle olan korelasyonuna bakıldığında Hb düzeyinin sigara içme durumu ile pozitif yönde ilişkili olduğu görüldü.
MRG’de hiperintens lezyonların varlığı RDW sayısı ile pozitif ilişkili bulundu. Trombosit sayısı ile aile öyküsü ve sigara kullanımı arasında negatif bir korelasyon vardı (Tablo 5).
RDW değeri MRG’deki hiperintens lezyonlarla pozitif korelasyon gösterdi. Migren grubu MRG’de hiperintens lezyon varlığına göre karşılaştırıldığında, MRG’de hiperintens lezyonu olanlarda atak sıklığı ve RDW değerleri anlamlı olarak yüksek bulundu. Nötrofil, lenfosit, trombosit ve SII ile MRG lezyonları arasında anlamlı bir ilişki yoktu (Tablo 6).
Migren hastaları aura varlığı açısından karşılaştırıldığında auralı hastaların yaş ortalaması ve hastalık süresi aurasızlara göre anlamlı derecede yüksekti (sırasıyla p=0,008, p=0,01). Auralı ve aurasız hastalar arasında Hb, RDW ve SII değerlerinde anlamlı fark gözlenmedi.
Ailede migren öyküsü kadınların %55,3’ünde, erkeklerin ise %56,6’sında pozitifti.
Migren tanısı alan hastalar sigara içme durumu açısından karşılaştırıldığında sigara içenlerde Hb düzeylerinin sigara içmeyenlere göre anlamlı derecede yüksek olduğu (p=0,007), trombosit sayısının ise anlamlı derecede düşük olduğu (p=0,01) belirlendi.
Migren grubu sistemik hastalık varlığı açısından karşılaştırıldığında, sistemik hastalığı olanların yaş ortalamasının sistemik hastalığı olmayanlara göre anlamlı derecede yüksek olduğu (p=0,004) tespit edildi.
Hb düzeyinin sigara kullanımı ve sistemik hastalık varlığı ile ilişkisi değerlendirildiğinde sigara kullanımı ile Hb arasında prediktif bir ilişkinin olduğu ortaya çıktı (sig: 0,009) (Tablo 7).
Sigara kullanımı ve sistemik hastalıklar ile MRG’de hiperintens lezyonların varlığı arasındaki ilişki anlamlı düzeyde prediktif bulunmadı (Tablo 8).
TARTIŞMA
Migren, toplumun büyük bir bölümünü etkileyen, özellikle genç erişkinlerde iş gücü kaybına, ekonomik ve sosyal etkiye neden olan kronik bir hastalıktır. Bu çalışmada baş ağrısının özellikleri ve eşlik eden semptomlarla birlikte teşhis edilen migren hastalığının tanısına, prognozuna ve radyolojik bulgularına yön verebilecek hematolojik parametreler araştırıldı.
Genel popülasyonda migrenin yıllık prevalansı %12 olarak bildirilmiş olup yapılan çalışmalarda prevalansın ağırlıklı olarak 30-39 yaş aralığında olduğu saptanmıştır19,20. Benzer şekilde çalışmamızdaki migren hastalarının yaş ortalaması 33,25±8,93 yıl olarak bulundu.
Migrenin yıllık ve yaşam boyu görülme sıklığı kadınlarda sırasıyla %18 ve %33 iken erkeklerde bu oran sırasıyla %6 ve %13’tür. Kadınlarda 3 kat daha sık görülen migrenin çalışmamızda kadın/erkek oranının yaklaşık 4 olduğu saptandı21.
Migren genetik altyapı ile çevresel ve yaşam tarzı faktörlerinin kombinasyonunun etkilediği bir hastalıktır. Migren hastalarının yaklaşık %70’inin birinci derece akrabalarında migren öyküsü vardır ve auralı hastaların yakınlarında migren riskinin dört kat arttığı bildirilmektedir22.
Çalışmamızda hastaların %56’sının birinci derece aile bireylerinde migren öyküsünün olduğu belirlendi. Migren prevalansı kadınlarda daha yüksek olmasına rağmen, erkeklerde genetik yatkınlığın kadınlara benzer veya kadınlara göre daha yüksek olduğu bildirilmektedir23. Yine yakın zamanda yapılan bir çalışmada aylık migren sıklığının yalnızca erkeklerde genetik yatkınlıkla ilişkili olduğu görülmüştür24. Çalışmamızda erkek hasta sayısı daha az olmakla birlikte, aile öyküsü kadın ve erkeklerde benzer oranlarda (%55,3 ve %56,6) bulundu.
Migren hastalarında genellikle beyin sapı fonksiyon bozukluğu ile ilişkili auranın varlığı hastaların yaklaşık üçte birinde görülür22. Çalışmamızda migren hastalarının %46’sında aura olduğu tespit edildi. Çalışmamızda auralı migren hastalarının ortalama yaş ve hastalık tanı sürelerinin aurasız migren hastalarına göre daha yüksek olduğu görüldü. Bu farklılığın, uzun süreli hastalığı olan kişilerin zamanla hastalığın doğasını ve auralarını daha iyi tanımasıyla ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Çalışmamızda auralı ve aurasız migren hastaları arasında Hb, RDW ve SII değerleri açısından anlamlı fark bulunmadı.
Migren hastalarının beyin MRG incelemelerinde subkortikal ve beyaz maddede herhangi bir klinik belirtiye neden olmayan hiperintens lezyonların olduğu bilinmektedir. Çalışmamızda beyin MRG’sinde %38 oranında migrene bağlı beyaz maddede hiperintens tutulum gözlendi. Yakın zamanda yapılan bir çalışmada bu oran %43,1, Zhang ve ark.’nın26 çalışmasında ise %32 olarak rapor edilmiştir25. Çalışmalardaki metodolojik farklılıkların sonuçları değiştireceği düşünülmektedir. Yaş, aura varlığı, baş ağrısının şiddeti ve migren süresinin beyaz madde hiperintensitelerinin gelişimi için risk faktörleri olduğu rapor edilmiştir25. Çalışmamızda bu risk faktörlerinde anlamlı farklılık bulunmamakla birlikte, MRG hiperintens lezyonu olanlarda olmayanlara göre atak sıklığının anlamlı olarak daha yüksek olduğu belirlendi. Ayrıca MRG’sinde hiperintens lezyon varlığı ile RDW yüksekliği arasındaki ilişki, RDW’nin lezyon varlığı için bir belirteç olabileceğini düşündürmektedir.
Migren ve anemi gençlerde sık görülen iki hastalıktır ve aralarında net bir ilişki tanımlanamamıştır. Yapılan bir çalışmada migren ataklarında ölçülen Hb düzeyi normal sınırlarda bulunmuş, kontrol grubu ile anlamlı bir fark bulunamamıştır27. Diğer yandan migren hastalarında ataksız dönemde ölçülen Hb değerlerinin sağlıklı kontrollere göre daha düşük olduğu gösterilmiş olup, atak sırasında hastaların değerlendirildiği ve 100 hastadan oluşan bir çalışmada Hb’nin akut migren atağı sırasında daha düşük olduğu bulunmuştur11,14. Çalışmamızda migren hastalarında Hb ve RDW değerleri kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (sırasıyla p=0,03 ve p<0,001). RDW’yi gösteren ve anizositoz gösteren RDW’nin, düşük Hb ve demir eksikliği durumlarında artması beklenir. Ancak çalışmamızda demir parametrelerinin değerlendirilmemesi nedeniyle Hb ile RDW arasında beklenen ilişkinin gözlenememiş olabileceğini ve çok faktörlü nedenlerin sonuçları etkileyebileceğini düşünüyoruz.
Topluma dayalı geniş kesitli bir çalışmada, 2,385 kadında, özellikle de Hb değeri 11,5 g/dL’nin altında olan hastalarda, migren prevalansının daha düşük olduğu gösterilmiştir28. Toplumda düşük Hb düzeyleri halihazırda kadınlarda daha yaygındır29. Çalışmamızda migren ve sağlıklı kontrol gruplarındaki kadın ve erkekler kendi aralarında karşılaştırıldığında her iki grupta da beklendiği gibi, kadınlarda erkeklere göre Hb düzeyi düşük, RDW düzeyi ise daha yüksek bulundu. Ayrıca yapılan korelasyon analizlerinde migren hastalarının Hb ve RDW değerleri ile klinik özellikleri (ağrı sıklığı, migren tanı süresi, ağrı şiddeti, bulantı, kusma, foto-fonofobi) arasında ilişki bulunamadı.
Migren hastalarında trombosit aktivasyonunun artmış olabileceği ve bunun migren etiyolojisinde steril nörojenik enflamasyonun bir parçası olabileceği düşünülmektedir30. Bir çalışma, migren hastalarında trombosit düzeyinin kontrollere kıyasla arttığını ortaya koymuştur11. Diğer yandan bazı çalışmalar yetişkin ve pediatrik migren hastalarında trombosit düzeylerinde kontrollere göre istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık göstermemektedir12,31. Çalışmamızda migren ve kontrol grupları karşılaştırıldığında migren tanısı alan hastalarda trombosit değerleri kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (p=0,002). Ayrıca çalışmamızda migren hastaları cinsiyet açısından karşılaştırıldığında kadınlarda trombosit değeri erkeklere göre anlamlı olarak yüksek bulunmuş ancak kontrol grubunda kadın ve erkek arasında anlamlı bir fark gözlenmemiştir. Bu veriler trombositlerin migrenin patogenezinde enflamatuvar vasküler süreçte rol oynayabileceğini ve bunun özellikle kadınlarda daha belirgin olabileceğini düşündürmektedir.
SII, Koronavirüs hastalığı-2019 hastalığında klinik kötüleşme ve invaziv ventilasyon desteği için bir parametredir32. Koroner arter hastalığında majör kardiyovasküler olay riskinin değerlendirilmesinde, birçok kanser türünde prognostik olarak anlamlı olduğu bulunmuştur6,8. Baş ağrısı veya migrenle ilişkili SII değerlendiren bir çalışmaya rastlanmadı.
Çalışmamızda migrenli kadınlarda SII değeri erkeklere göre anlamlı derecede yüksekti. Kontrol grubundaki kadın ve erkekler arasında benzer bir fark bulunamadı. Kadın cinsiyetin yalnızca migren varlığında yüksek SII değeri ile ilişkili olduğu belirlendi. Yüksek SII değerlerinin, tüm migren hastalarında olmasa da, özellikle hastalığın daha sık görüldüğü kadınlarda migren tanısına yol açabileceğini düşündürmektedir. Erkek hastalarda benzer değişikliklerin görülmemesi çalışmamızdaki erkek hasta sayısının az olmasıyla ilişkili olabilir. Daha geniş hasta popülasyonlarını içeren çalışmalara ihtiyaç vardır.
Migren tanısı alan hastalarda lenfosit değerleri kontrollere göre anlamlı derecede yüksekti. Migrende nörojenik bir enflamasyonun olması ve enflamasyonda nötrofillerin artması, lenfositlerin ise azalması beklenir. Ancak çalışmamızda beklenenin aksine migren hastalarında lenfosit sayısının yüksek olduğu görüldü. Bu sonuç atak sırasında değil ataklar arası dönemde kan alınmasıyla ilgili olabilir.
Migren hastalarında beyin MRG’sinde görülebilen beyaz madde lezyonlarının enflamasyondan kaynaklandığı öngörüsüyle MRG lezyonu olan hastalarda enflamatuvar belirteçlerin de daha yüksek olması bekleniyordu. Bir çalışmada, nötrofil/lenfosit oranı yüksek olan hastalarda MRG’deki beyaz madde lezyonlarının daha sık görüldüğü gösterilmiştir10. Ancak çalışmamızda nötrofil, lenfosit, trombosit ve SII değerleri gibi laboratuvar parametreleri ile MRG lezyonları arasında anlamlı bir ilişki bulunamadı.
Migren hastalarının atak döneminde enflamasyon belirteci olarak kabul edilen nötrofil/lenfosit oranı anlamlı derecede yüksekti14,27 ancak ataklar arası dönemde aynı ilişki gösterilememiştir12. Çalışmamızda hastaların atak sırasında veya atak dışında poliklinikte değerlendirilmesi nedeniyle enflamasyon belirteçlerinin yüksek olmadığı sonucuna varıldı.
Migren ve RDW arasındaki ilişkide, enflamasyon ve oksidatif stres demir metabolizmasını değiştirerek rol oynamaktadır. Eritrosit yarı ömrü kısalır ve kemik iliğinin eritropoietine yanıtı azalır. RDW enflamasyonu ile sitokinler arasında pozitif bir korelasyon olduğu rapor edilmiştir33,34. Çalışmamızda RDW düzeyinin hem migren hastalarında kontrollere göre, hem de MRG pozitif hastalarda MRG negatif olanlara göre anlamlı derecede yüksek olması nedeniyle tanı ve prognozda kullanılabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
Önceki çalışmalarda gösterildiği ve beklendiği gibi, sigara içenlerin Hb düzeylerinin daha yüksek, trombosit düzeylerinin ise daha düşük olduğu bulunmuştur31. Çalışmamızda sistemik hastalığı olan hastaların yaş ortalamasının daha yüksek olması, diyabet, hipertansiyon gibi sistemik hastalıkların sıklığının yaşla birlikte artması bu bulguyu desteklemektedir.
Çalışmanın Kısıtlılıkları
Çalışmanın kısıtlılıkları retrospektif olması, migren atağı sırasında laboratuvar değerlerinin elde edilememesi ve eş zamanlı enflamatuvar sitokinlerin araştırılmamasıdır.
SONUÇ
Çalışmamızda klinik ve MRG lezyonları ile SII arasında anlamlı bir ilişki bulamadık, ancak SII’nin kontrol grubunda, özellikle kadın hastalarda erkeklere göre anlamlı olarak arttığını bulduk. Bu sonuç, SII’nin kadın hastaların tanısında daha fazla yol gösterici olabileceği ve/veya daha fazla erkek hastayla yapılacak çalışmalara ihtiyaç olduğunu ortaya koymuştur. Migren hastalarında kan parametrelerindeki RDW ve trombosit yüksekliğinin, Hb ve lenfositlere göre çok daha anlamlı olabileceğini bulduk. MRG lezyonları ile RDW korelasyonunun varlığı, RDW’nin tanı, takip ve prognozda yol gösterici olabileceğini düşündürdü.
Çalışmamız ataklar arası dönemde yapıldığından atak döneminde benzer kan parametrelerini araştıran ve birbiriyle karşılaştıran, daha fazla olgu ile kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.