ÖZET
Amaç:
Koroner arter baypas grefti (KABG) ameliyatı geçiren hastalar, %16-44 oranında atriyal fibrilasyondan (AF) etkilenmektedirler. Ameliyat sonrası post-operatif AF (POAF) nedeniyle hastalar daha uzun süre hastanede kalabilir, uzamış yoğun bakım hizmetine ihtiyaç duyabilir, daha fazla sağlık kaynağı harcanmasına yol açabilir ve konjestif kalp yetmezliği veya inme geçirebilirler. Son çalışmalar, ventriküler skar boyutunun AF patofizyolojisinde prediktör olarak kullanılabileceğini göstermiştir. Selvester skoru, anormal ventriküler iletisi olan hastalarda miyokardiyal skar hacminin ölçümü için geliştirilmiş ve AF’de prognostik değerini bildirmiştir. Bu nedenle çalışmamızda, POAF ve Selvester puanlama sisteminin olası bir ilişkisini araştırmayı hedefledik.
Gereç ve Yöntem:
Bu retrospektif çalışma, Ağustos 2017’den Eylül 2018’e kadar KABG uygulanan 180 hastayı içermektedir. Elde edilen veriler, post-operatif sinüs ritmi (PSR) (n=130) ve POAF (n=50) olan iki ayrı hasta grubunda analiz edilmiştir. Gruplar arası parametreler ve Selvester puanları kıyaslanmıştır.
Bulgular:
POAF grubunda Selvester skoru (p<0,001), SYNTAX skoru (p=0,039), serum yüksek sensitif C-reaktif protein düzeyleri (p=0,026), ortalama yaş (p<0,001), elektrokardiyografik sol ventrikül hipertrofisi (SVH) oranı daha yüksek (p=0,019); hipertansiyon (p=0,007) ve ortalama sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonunda (SVEF) PSR grubuna göre daha düşük (p<0,001) saptanmıştır. Çok değişkenli lojistik regresyon analizinde SVEF (p=0,004), SVH (p=0,041), ileri yaş (p=0,008) ve daha yüksek Selvester skoru (p<0,001), POAF için bağımsız risk faktörü olarak saptanmıştır.
Sonuç:
Selvester puanlama sistemindeki yüksek puanlar POAF ile yakından ilişkilidir ve Selvester skoru POAF için potansiyel bir gösterge olabilir.
GİRİŞ
Koroner arter baypas grefti (KABG) cerrahisi geçiren hastalar, %16-44 pik insidansı ile en çok atriyal fibrilasyondan (AF) etkilenir1,2. Post-operatif AF (POAF) nedeniyle, hastalar daha uzun süre hastanede kalabilir, tekrar yoğun bakıma ihtiyaç duyabilir, daha fazla sağlık bakımı kaynağı gerektirebilir ve hatta konjestif kalp yetmezliği veya inme geçirebilir3-6. Böylesine sık görülen bir komplikasyonun morbidite ve mortalite oranlarını düşürmek için, preoperatif risk faktörleri, klinik prediktif modellerin ve profilaktik stratejilerin geliştirilmesiyle birlikte tanımlanmalıdır7,8. KABG uygulanan 70 yaşın altındaki hastalarda, post-operatif ilk yıldaki AF insidansı daha yüksektir, bu da daha yüksek renal disfonksiyon ve enfeksiyon ile ilişkisini gösterir9-13.
Kardiyak muayene için, maliyet etkinliği, invaziv olmaması, tekrarlanabilirliği, çabukluğu ve taşınabilirliği nedeniyle on iki derivasyonlu elektrokardiyogram (EKG) yaygın olarak kullanılmaktadır. Parçalanmış QRS veya dal bloğu ve daha uzun QRS süresi dahil olmak üzere EKG’deki anormallikleri dikkate alan AF’nin prognozu için birkaç prediktör vardır14,15. Selvester modeli, 1980’lerde, her biri yaklaşık %3 olan sol ventriküler (SV) kitle kesitlerine karşılık gelen 32 noktadan oluşan yeni bir QRS skorlama sistemi haline gelmiştir (Şekil 1)16. Ek olarak Selvester skoru, AF’de prognostik değerini bildirerek anormal ventriküler iletimli hastalarda miyokardiyal skar hacminin ölçümü için geliştirilmiştir. Yakın zamanda yapılan bir araştırma, ventriküler skar boyutunun AF’nin patofizyolojisinde bir rolü olabileceğini göstermiştir17.
Bu bulgular ışığında, bu çalışmada POAF ile Selvester puanlama sistemi arasındaki olası bir ilişkiyi araştırmayı hedeflemekteyiz.
GEREÇ VE YÖNTEM
İlk olarak Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde izole pompa üzeri koroner arter baypas greftleme öyküsü olan toplam 208 hastayı retrospektif olarak değerlendirdik. Dışlama kriterleri; kronik obstrüktif akciğer hastalığı (n=2), kalp kapak hastalıkları (n=5), ameliyat öncesi AF veya çarpıntı (n=8), ek cerrahi müdahale (n=4), böbrek yetmezliği (n=3), reoperatif inotropik veya mekanik destek (n=2), AF geliştirebilecekleri düşünülerek tekrarlayan cerrahi veya acil koroner cerrahi (n=4) gibi çeşitli risk faktörleri olarak tanımlandı.
Hipertansiyon, anti-hipertansif ilaçlar kullanan bir hastada anlık veya sistolik kan basıncı 140 mmHg veya diyastolik kan basıncı 90 mmHg’den yüksek olan bir hastada en az üç farklı ölçümden sonra teşhis edildi. Yine, diyabet tanısı için, anti-diyabetik ilaçları veya değilse, açlık kan şekeri seviyesinin ≥126 mg/dL olması düşünüldü. Üç ay önce statin kullanan veya ≥200 mg/dL toplam kolesterol seviyeleri olan hastaya hiperlipidemi teşhisi kondu. Sigara içen hastalar, hastaneye yatırıldıktan sonra bırakmış olsalar bile sigara tiryakisi olarak kaydedildi.
Yerel Etik Kurul Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Klinik Araştırmalar ve Etik Kurulu (karar tarih: 22.10.2020, sayı: 323) çalışma protokolümüzü onayladı ve hastalardan bireysel olarak yazılı bilgilendirilmiş onamları alındı. Bu çalışmayı Helsinki Bildirgesi, İyi Klinik Uygulamalar ve Uluslararası Uyumluluk Kılavuzları Konferansı’na uygun olarak tasarladık ve gerçekleştirdik.
Ekokardiyografi
Tüm hastalara ameliyat öncesi ekokardiyografi yapıldı. Ekokardiyografik değerlendirme 3,5 MHz dönüştürücü ile bir VIVID 7 boyutlu kardiyovasküler ultrason sistemi (Vingmed-General Electric, Horten, Norveç) kullanılarak, sol lateral dekübit pozisyonunda yapıldı. Standart görüntüleme pencereleri olarak parasternal uzun ve kısa eksen görünümleri ve apikal görünümler kullanıldı. Sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu (SVEF), modifiye Simpson yöntemi kullanılarak hesaplandı. Tüm ekokardiyografik görüntüler deneyimli bir kardiyolog tarafından analiz edildi.
Selvester QRS Skoru
Hastaneye kaldırılmadan önce, bir elektrokardiyograf (FCP-7541; Fukuda Denshi Co. Ltd, Tokyo, Japonya) kullanılarak 12 derivasyonlu EKG kaydı alındı ve sırtüstü pozisyonda 50 mm/s kağıt hızında kaydedildi. Tüm EKG’ler tarandı ve hata ölçümlerini azaltmak için kişisel bir bilgisayara aktarıldı ve ardından Adobe Photoshop yazılımı ile x %400 büyütme için kullanıldı. Her derivasyon için ortalama üç okuma değeri hesaplandı. Deneyimli bir kardiyolog, 32 noktalı Selvester QRS skorunu literatürde bildirilen bir algoritmaya dayanarak manuel olarak hesapladı (Şekil 1)18.
İlaç, Anestezi ve Cerrahi Prosedür
Asetilsalisilik asit ve klopidogrel tüm hastalarda işlemden 5 gün önce rutin olarak kesildi ve enoksaparin tedavisi başlandı. Ameliyat sabahı da dahil olmak üzere ameliyat öncesi sadece beta-blokerlere devam edildi. Vazoplejik sendromdan kaçınmak için anjiyotensin dönüştürücü enzim (ACE) inhibitörleri preoperatif dönemde kesildi. Kalsiyum kanal blokerleri de ameliyat öncesi stoplanarak beta bloker başlandı veya kan basıncı ve kalp hızına göre doz artırıldı. Sadece beta-bloker kullanıldığında normotensif ise, diğer bir ilaca başlanmadı. Kılavuz önerisi ile, hastalara operasyon öncesi statin verilmedi. Eğer ilk 6 saatte drenaj yoksa, asetilsalisilik asit başlandı. Drenaj varsa, 24 saat beklenildi. Beta bloker ameliyat sonrası sabah 06:00’da ilk doz olarak verildi. Statin taburcu olduktan sonra başlandı.
İntravenöz olarak midazolam (0,05-0,1 mg/kg) (Zolamid®; Defarma, Tekirdağ, Türkiye) uygulanan tüm hastaları izlemek için radiyal arter kateteri takıldı. Hastalara 1-2 µg/kg fentanil (Talinat®; Vem, İstanbul, Türkiye) 5-7 mg/kg pentotal (Pental® Sodyum, İstanbul, Türkiye) ve 0,6 mg/kg intravenöz roküronyum bromür (Curon®, Mustafa Nevzat, İstanbul, Türkiye) kullanarak anestezi uygulandı. Primus® (Draeger Medical, Lübeck, Almanya) intraoperatif mekanik ventilasyonu sağlamak için kullanıldı. Anestezinin idamesi için hastalarda midazolam, fentanil ve roküronyum kullanıldı. Medyan sternotomi ve hafif hipotermi (32 °C) ile standart kardiyopulmoner baypas (CPB) uygulandı. Heparin (300 IU/kg) uygulamasıyla, 400 saniyeden daha uzun aktif koagülasyon süresi elde edildi. CPB, iki aşamalı aortovenöz kanülasyon yoluyla gerçekleştirildi.
Önce çıkan aorta bir X-klemp yerleştirildi ve ardından soğuk antegrad kardiyopleji (10 ila 15 mL/kg) ve yüksek potasyum ile kardiyak arrest başlatıldı. Kardiyak arrest sağlamak için, her 15 ila 20 dakikada bir kan kardiyoplejisi verildi. CPB’yi membran oksijenatörlü bir roller pompa (Maquet, Getinge grubu, Restalt, Almanya) ve 2 ila 2,4 L/dak/m2 pompa akış hızlarında bir arteriyel hat filtresi yardımıyla kuruldu. Sol internal torasik arter ve safen ven greftinin hazırlanmasını takiben, distal anastomozları tek bir X-klemp periyodunda oluşturuldu ve proksimal anastomozlar oluşturmak için Xklemp kaldılıp kalp çalıştırıldı ve side klemp koyuldu (sıcak kan kardiyopleji yollandıktan sonra X-klempi kaldırıldı). Kalp damar cerrahisi geçiren hastalar yoğun bakım ünitesine alındı. Her hastaya post-operatif bakım için standart prosedür uygulandı. Hemodinamik stabilite gözlemlenir gözlemlenmez ekstübasyon yapıldı. Yeni bir AF başlangıcı için hastada kullanımı ilk tercih edilen anti-aritmik ajan, amiodaron oldu.
Post-operatif Atriyal Fibrilasyon Değerlendirmesi
POAF, EKG raporuna göre AF en az 30 dakika sürdüğünde tanımlandı19-21. Hastalar, post-operatif ilk dört günde AF değerlendirmesi yapmak için periyodik olarak izlendi. Daha sonra taburcu olana kadar günde 3 defa 12 derivasyonu EKG ölçümü yapıldı. Hastalar ayrıca çarpıntıdan şikayet ettiklerinde 12 derivasyonlu EKG ile AF açısından değerlendirildi.
İstatistiksel Analiz
İstatistiksel analizlerde Windows SPSS versiyon 21.0 (SPSS, Chicago, IL, ABD) yardımıyla ortalama, standart sapma, oran ve frekans değerleri kullanıldı. %90 güç ve 0,05 tip 1 hata ile örneklenmesi gereken minimum kişi sayısını en az 46 (R 3.0.1. açık kaynak programı) olarak hesapladığımız için her grubun sayısı 25’ten fazla hasta olarak ayarlandı. Birincil etki değişkeni, Selvester puan çizelgesinin bir puanı olarak belirlendi. Sürekli değişkenlerin normal dağılımı Kolmogorov-Smirnov testi kullanılarak değerlendirildi. Parametrik veriler Student’s t-testi ile, parametrik olmayan veriler Mann-Whitney U testi ile analiz edildi. Gruplar arası karşılaştırmalı analiz, kategorik değişkenler için ki-kare testi kullanılarak gerçekleştirildi. İlgili değişkenler arasındaki doğrusallığı açıklamak için lojistik regresyon modeli oluşturuldu. Standart beta katsayıları ve %95 güven aralıkları (GA) kullanıldı ve istatistiksel anlamlılık <0,05 p değeri olarak kabul edildi.
BULGULAR
Çalışma popülasyonunun temel klinik ve demografik özellikleri Tablo 1’de gösterilmektedir. Gruplar arasında vücut kitle indeksi, cinsiyet, diyabet, sigara kullanımı, periferik vasküler hastalık ve geçirilmiş serebrovasküler olay açısından fark yoktu. POAF grubunda ortalama yaş (p<0,001) ve hipertansiyon oranı (p=0,007) daha yüksekti. POAF’nin gelişimini önleyebilecek potansiyel ilaçlar olan kalsiyum kanal blokerleri (p=0,168), beta blokerleri (p=0,196), ACE (p=0,506) ve anti-agregatların (p=0,723) kullanımında fark yoktu.
Grupların elektrokardiyografik, ekokardiyografik ve cerrahi özellikleri Tablo 2’de gösterilmektedir. POAF grubu anlamlı olarak daha yüksek ortalama SYNTAX skorlarına (p=0,039) ve anlamlı olarak daha düşük ortalama SVEF (p<0,001) sahipti. Sol atriyum çapı incelendiğinde, POAF grubunda çap daha yüksek bulundu ancak istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0,056). POAF grubunda EKG ile saptanan sol ventrikül hipertrofisi (SVH) görülme sıklığı anlamlı olarak daha yüksekti (p=0,019) ve daha yüksek ortalama Selvester skoru (p<0,001) vardı. POAF grubunda normal sinüs ritmi daha düşük bulundu. Ancak istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0,076). Post-operatif komplikasyonlar incelendiğinde, kalp pili ihtiyacı (p=0,900), perioperatif ölüm (p=0,8282) ve iskemik serebrovasküler olay (p=0,504) açısından gruplar arasında fark yoktu. Laboratuvar parametreleri dışında, sadece yüksek duyarlılığa sahip C-reaktif protein düzeyi gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık gösterdi (p=0,026) (Tablo 3).
POAF’nin prediktörleri (Tablo 1, 2, 3) tek değişkenli ve çoklu doğrusal regresyon analizleri ile belirlendi ve sonuçlar Tablo 4’te gösterildi. Tek değişkenli regresyon analizinde ileri yaş [odds ratio (OR): 1,081; %95 GA: 1,040-1,124; p<0,001], hipertansiyon (OR: 3,717; %95 GA: 1,370-10,087; p=0,010), alt SVEF (OR: 0,939; %95 GA: 0,908-0,971; p<0,001), yüksek duyarlılıklı C-reaktif protein seviyeleri (OR: 1,025; %95 GA: 1,002-1,049; p=0,032), daha yüksek Selvester skoru (OR: 1,524; %95 GA: 1,305-1,780; p<0,001) ve EKG’de saptanan sol SVH (OR: 4,295; %95 GA: 1,158-15,934; p=0,029) POAF ile anlamlı olarak ilişkili bulundu. Çoklu doğrusal regresyon analizi, ileri yaşın (OR: 1,068; %95 GA: 1,017-1,122; p=0,008), daha düşük alt SVEF’nin (OR: 0,939; %95 GA: 0,900-0,981; p=0,004) daha yüksek Selvester skorunun (OR: 1,602; %95 GA: 1,337-1,921; p<0,001) ve EKG’de saptanan SVH’nin (OR: 8,368; %95 GA: 1,657-42,255; p=0.041) POAF’nin bağımsız prediktörleri olduğunu göstermiştir.
Ejeksiyon fraksiyonu ile Selvester skoru arasında istatistiksel olarak anlamlı negatif korelasyon vardı (p=0,048, r=-0,521).
TARTIŞMA
Bu çalışmada, yüksek bir Selvester skoru ve POAF arasında ile anlamlı ilişki tespit edildi, bu da EF ve yaş gibi klasik risk faktörlerinin yanı sıra Selvester skorunun POAF için öngörücü olabileceğini düşündürdü. KABG uygulanan hastaların %50’ye varan kısmında post-operatif yeni aritmiler vardır22. KABG’den sonra en sık görülen aritmiler, daha yüksek yan etki oranı ve bakım maliyeti ile ilişkili olan AF’dir. POAF hastalarının %16 ila %25’inde ortaya çıkabilir ve artmış mortalite riski, inme ve uzun süreli hastanede kalışla ilişkilidir23. Ortalama 6 yıl takip edilen 16,169 hasta ile yapılan bir çalışmada El-Chami ve ark.24 POAF insidansının uzun vadeli mortaliteyi öngörebileceğini bildirmişlerdir. Bu nedenle, olumlu sonuçlar için, kardiyak cerrahi sonrası POAF’yi önleme stratejileri formüle edilmelidir25.
POAF için en güçlü prediktörler yaş, daha uzun ventilasyon ihtiyacı (24 saatten az olmamak üzere), CPB kullanımı ve preoperatif aritmilerdir26,27. Kalman ve ark.28-30 KABG cerrahisi geçiren hastalarda yapılan bir çalışmanın POAF kolunun, sempatik aktivasyonu düşündüren yüksek norepinefrin seviyeleri gösterdiğini bildirmişlerdir.
EKG, aritmileri ve iskemik değişiklikleri saptamak için gereklidir. İskemik değişiklikleri anlamak, kardiyak işlev bozukluklarının erken teşhisi için önemlidir. Selvester QRS skorlama sistemi sayesinde miyokardiyal skar yerini yerleştirip boyutunu tespit edebiliyoruz. Çok karmaşık olan Selvester QRS skorlama sistemi basitleştirilmiştir31. Bu basitleştirilmiş Selvester skorlama sistemi, Q ve R dalgalarının süresine ve 10 derivasyonun (I, II, aVL, aVF ve V1-V6) her birindeki R/Q ve R/S büyüklüklerinin oranlarına dayanmaktadır. Orijinal ve geliştirilmiş sistemleri miyokardiyal hasarın ciddiyeti açısından karşılaştırmak için inceledik32. Ancak sağ veya sol dal bloğu ve sol anterior fasiküler blok varlığında Selvester skorlaması kullanılamadı. 2009 yılında, belirli interventriküler iletim anormalliklerinin varlığında miyokardiyal skarın ölçülmesi için QRS skorlama sisteminin yeni versiyonu yayınlandı. QRS skorlama sisteminin her türlü ventriküler ileti ile kullanılabileceği ve hem iskemik hem de iskemik olmayan kardiyomiyopatili hastalara uygulanabileceği gösterilmiştir33. Ayrıca Rosengarten ve ark.34 QRS skorlamasının, transmural skar miktarını belirlemek ve orta vadeli mortalite riski ile ilişkisini göstermek için çok yararlı olduğunu bildirmişlerdir.
“PRIMERI” çalışmasında, Tiffany Win ve ark.35 yapısal kalp hastalığı olan AF’siz hastaların (EKG’de Selvester skoru ≥5) V1’de daha yüksek inme ve AF riski ile ilişkili anormal P-terminal kuvveti gösterdiğini bildirdiler. AF genellikle %13-27 olarak bildirilen insidans oranı ile kalp yetmezliği olan hasta popülasyonlarında daha sık görülmektedir36. Miyokard infarktüsü sonrası skarlaşmanın, düşük EF ve yüksek LV hacminin güçlü bir prediktörü olduğu gösterilmiştir37. Neilan ve ark.38 hipertrofik kardiyomiyopatide miyokardiyal skarlaşmanın AF üzerindeki etkilerini değerlendirmişlerdir. Bu patolojiye sıklıkla skar oluşumu eşlik eder. Geç gadolinyum kontrastlanmasının kardiyovasküler manyetik rezonans görüntülerinin analizleri, AF hastalarının daha geniş LV skarlaşmasına sahip olduğunu gösterdi39. Bu nedenle, Selvester puanlama algoritmasının AF ile ilişkisi açısından değerlendirilmesi gerekir. Bu yüzden Selvester skoru, yakın zamanda miyokard infarktüsü geçirmiş ve KABG geçirmiş hastalarda post-operatif aritmilerin oluşumunu tahmin etmek için kullanılabilir.
Selvester skoru ventriküler skar dokusu boyutu ile mükemmel bir korelasyon gösterir40. Fizyolojik olarak yaralanmaya neden olabilen doku hasarı ve enfeksiyon gibi çeşitli faktörler, bir savunma mekanizması olarak inflamasyonu uyarır. Zarar veren uyaranlar, ancak iinflamasyon zamanında ve yeterli yoğunlukta meydana geldiğinde ortadan kaldırılabilir. Aksi takdirde, vücut tepkisi olarak inflamasyon yetersizliği ile tetikleme kalıcı olacaktır. Yaralanma aktif olarak enflamasyonun çözülmesine neden olabildiğinde dokular daha kolay iyileşebilir. Aksi takdirde, herhangi bir başarısızlık kronik enflamasyona yol açabilir ve doku harabiyeti ve progresif fibrozun süresini uzatabilir41. Daha fazla araştırma, inflamasyonun AF’nin patofizyolojisinde bir rolü olduğunu bildirmiştir, bu da inflamatuvar sürecin potansiyel bir terapötik hedef olabileceğini göstermektedir42. Atriyumun hem elektriksel hem de yapısal remodelingi, AF gelişimine ve ilerlemesine katkıda bulunan birincil patofizyolojik mekanizmalardır. Dahası, AF’nin kendisi, atriyal remodeling sırasında enflamasyonu başlatabilir ve bu da aritmiyi sürdürür (“AF, AF’yi başlatır” fenomeni)43,44. 18F-florodeoksiglukoz pozitron emisyon tomografisi ile ölçülen ventriküler enflamatuvar aktivite, AF’si olmayan diğer 21 uyumlu kontrol olgusuna kıyasla AF’li 21 hastada %35 daha yüksek bildirilmiştir17. Fibroz ve AF arasındaki yakın ilişki, Selvester skorunun neden POAF için öngörücü olduğunun açıklamalarından biri olabilir.
Çalışmanın Kısıtlılıkları
Bu çalışmada, kesitsel bir tasarım kullandık ve nispeten az sayıda olguyu örnekledik. Ne yazık ki, incelenen hasta popülasyonunun takibi sırasında majör kardiyovasküler olaylarla ilgili hiçbir verimiz yoktu. Bu nedenle, bu çalışmanın sonuçlarının daha büyük bir örneklem büyüklüğünü içeren çok merkezli ileriye dönük boylamsal çalışmalarda doğrulanması gerekir. Çalışma geriye dönük bir tasarıma sahipti. Tekrarlayan Selvester skor ölçümleri yoktu. Hastaların uzun dönem EKG verileri mevcut değildi. Hastalara farklı doktorlar tarafından ekokardiyogram yapıldı ve bu yüzden varyasyon oranı yüksek olabilir. Bu sınırlamalar muhtemelen çalışma sonuçlarını etkilemiş olabilir.
SONUÇ
Bu çalışmada Selvester skorunun POAF için bir öngörücü olduğu tespit edilmiştir. Çalışmamız, POAF için yeni risk puanlarını tahmin etme ve olası tedaviler için bir ön adım olma potansiyeline sahiptir. Çok merkezli ileriye dönük boylamsal tasarımlar ve daha büyük örneklem boyutları ile yapılacak daha ileri çalışmalar, POAF ve Selvester puanlama sisteminin potansiyel ilişkisini iyi bir şekilde kurabilir.